Temel DNA

Basic DNA seminer İçeriği :

• ThetaHealing® Nasıl Oluştu
• Kelimelerin ve Düşüncelerin Gücü
• Çakraların açılması& dengelenmesi
• Gözlemleme
• Özgür İrade ve Birlikte Yaratım
• Sezgisel Yetenekler
• Okuma
• İnanç Çalışması
• Duygular ve Sağlık
• İnançlar ve Onları Nasıl Değiştirebiliriz ?
• Hisler İçin Programlar
• Anahtar İnançlar- Kazma
• Koruyucu Melekler
• Ruh Parçacıkları
• Yaratım
• DNA Aktivasyonu

  • Seminer süresi 3 gündür.

  • Katılım katkı payı: 5750 tl

İleri DNA

Katılım önşartı: ThetaHealing® Temel DNA seminerini tamamlamış olmak

Seminer İçeriği :

– Uyanmış Üstadlar
– Yemin ve Sözlerin Bırakılması
– Yedi Varoluş Seviyesinin Derin Anlamı
– Temizlenecek Yeminler
– İnisiasyonların Anlamı
– İleri düzey Programlar
– Anahtar İnançlar
– Kazma çalışması
– Kök İnancın Bulunması
– Korku Çalışması
– His Çalışmasının Derin İncelenmesi
– Yüklemeler & Hislerin Oluşturulması
– Üç R’lerin Bırakılması : Kızgınlık, Reddedilme, Pişmanlık
– Alıştırma: Boş Gezen Hafızalar
– Alıştırma: Rahimdeki Bebek
– Alıştırma: Kırılmış Olan Ruhu Onarma
– Alıştırma: İkinci Seviye Yedinci Seviyeyle Tanışıyor
– Alıştırma: Dördüncü Seviye Yedinci Seviyeyle Tanışıyor
– Alıştırma: Organik Olmayan Maddelerin Temizlenmesi
– Alıştırma: Üstbenlik ile Konuşmak

  • Seminer süresi 3 gündür.

  • Katılım katkı payı: 5750 tl

Derin Kazı

Katılım önşartı: ThetaHealing® İleri DNA seminerini tamamlamış olmak

Bu seminerde derin kazı teknikleri üzerine yöntemler paylaşılır; hangi durumlarda, hangi soruları sorarak kök inanca ulaşacağımızı keşfetmek üzerine kurulu bir seminerdir. Bol bol pratik yapılarak; teknik deneyimle öğrenilir.

 

  • Seminer süresi 2 gündür.

  • Katılım katkı payı:  5750 tl

ölüm ve yaşam üzerine..

Ölüm..

Ne müthiş kelime demiştim 17 yaşımdayken, altına, sağına, soluna, üstüne baktığımda.. yani derinden baktığımda Ölüm’e; yaşamla karşılaşmıştım..

üç intiharımın sonuncusunda kalbim durdu; geri geldim..
sevdiklerim, uzaktan tanıdığım ustalar ayrıldılar bu yaşamdan; bir an durdu yaşam sanki; geri geldim.. geldiğim yer; bulunduğum yer ve zamanın ötesinde, kendi merkezim oldu her seferinde..

sonra 9 ay beklediğim; annesinin karnındayken haikular okuduğum göğün kuşu geldi bu dünyaya; ağladım, sevdiğim biri bu dünyadan ayrılmış gibi ağladım.. göğe bakarken o an; ölüm ve yaşam nasıl da birlikte, nasıl da benzer bazı bazı diye geçti içimden..

ölüp geri gelmemle birlikte; ölüm-yaşam döngüsüne dair içimde var olan her şey 880 derece değişti, dönüştü.. Ölmek başıma gelen en güzel şey oldu; ölmek yaşamın kapılarını aralayan oldu..

Bütün bunlar demek değil ki; ölenlerimizin yasını tutmayalım ya da herkes intiharı deneyimlemeli.. bunlar kimsenin bireysel algısına ya da olagelişine bir şey demiyor; yazdığım her şey tamamen Zeynep insanının bu yaşamdaki deneyimi ve deneyimden onda kalanlar..

Ölüm de tıpkı doğum gibi bu yaşamın bir gerçeği..

İntihar yaşamaya dair bir çığlıktır demiştim bir aralık.. ben kendi adıma kimseyi suçlamadım ya da demedim içimden ‘şöyle yapsaydın, böyle olmazdı’ diye hiç kimseye.. bildim hep; bu yaşam benim özgün varlığımın, kendi gerçeğini kendince yaratmasından başka bir şey değil…

Öfkelerim hep bir holograma, duruma oldu… çok da anlamadım incir çekirdeğini doldurmayan hikayelerde boğuluşlarımızı.. birbirimize kurduğumuz tuhaf cümleleri, yargılayışlarımızı; kendim dahil.. bir savunma mekanizması olarak dikenlerimi çıkardım böyle durumlarda…

Sonra ölümden geri geldim; sıfır savunma mekanizması… koşulsuz sevgiyi deneyimleye geri gelmiştim… hem koşulsuz hem sevgi söz konusu olduğunda neyi savunabilirdim ki… açtım bütün sınırlarımı, kapılarımı.. öyle ki daha önce farkında olmadığım kalbimin en kilitli odalarına girdim; güvendesin dedim… bildiğim yoldan değil, daha önce hiç gitmediğim bir yoldan yürümeye başladım bu yaşamı… her an ölüm, her an doğum ve yaşam haline dönüştü… nasıl da güzel oldu…

Bütün bunlar öyle bir anda olmadı.. belki de bir anda oldu ancak insan yaşamı algısında bir sürece denk düştü bütün olanlar… adına sene dediğimiz süreleri içermeğe başladı… sorsan; şu kadar diyebilirim, eğer süreyi bilmek seni rahatlatacaksa… yine sorsan; hem sonsuz hem bir anda derim… benim ne dediğimin hiçbir önemi yok; kişi kendi kadarına el sürebiliyor ancak…

Kendimiz kadarının ardına sığınmak da bir tercih; kendi kadarının sınırsızlığını keşfetmek de… sadece şunu söyleyebilirim kendimiz kadarının sınırı yok… sınır dediğimiz, tıpkı bütün tanımlar gibi; bizlerin kafasındaki cümleler… cümlelerin içine girerek yaşamı kendi hapishanelerimiz haline getiren de biziz; cümlelerden çıkarak gerçeğe el süren de…

Kişi en kolay kendini kandırabiliyor bu yaşamda… özşefkat ve anlayış; kendini dövmekle, kendini rahat ettirmek için kandırmak arasında bir yerde var olabiliyor… yani ancak An’ın yaratım boşluğunda…

Bu yaşam pek tabii senin; ancak senin kandırmaların ya da benim kendime olan tarifsiz yargılarım ve şiddetim hepimizi etkiliyor…

Kendine ne kadar dürüstsün… insan bu soruyu sormalı ve durmalı orada; her nelerle yüzleşecekse yüzleşmeli… diğer türlü yaşarken ölüyoruz… boğuluyoruz tanımların, durumların konu başlıkları içinde; çürüyoruz kendi yarattığımız hapishanelerde…

bütün kalbimle…

Sen ve Yaratıcı

Katılım önşartı: ThetaHealing® Derin Kazı seminerini tamamlamış olmak

Seminer İçeriği :

• Kendini bilmek ve Yaratıcı Bilinçli Zihin
• Bilinçaltı Zihin
• Hayatta Kalma Benliği
• Alt Etki- Gizli etki:Ego
• Yüksek benlik
• Dört Farklı inanç seviyesinde ayrım yapma
• Yaratıcı’nın sesiyle zihnin sesini ayırt etme
• Mesajları anlama
• Kendi üzerinde hızlı derin kazma yapma
• Affetme çalışması
• Zihnin arşivini düzenleme
• Net ve açık mesajlar alma ve anlama
• Kutsal Zaman Egzersizi

 

  • Seminer süresi 2 gündür.

  • Katılım katkı payı: 5750 tl

sessizin ve seslerin fısıldadıkları.,

42,5 yaşımdayım ve 13 yaşımdan beri televizyon izlemiyorum, haber takip etmiyorum.. Orwell’in 1984’ünü yaşadığımı hissettiğimden beri..

izliyorum kendimi ve sürekli kendime şu soruyu sorarken buluyorum; ‘bu hisler, düşünceler kime ait?’.. bana ait olmadığının farkındalığı içerisindeyim ancak soruyu sorana kadar benim gerçeğim oluyor.. bedenimde sıkışma, yetersizlik, değersizlik hissi.. burnumun ve kafamın sol tarafı çalışmayı bıraktı, bir şeyi protesto ediyor sanki bedenim..

Neler oluyor diyorum.. hiç de anlamıyordum …

sonra oturdum kendi sessizimde, içimdeki bütün seslerle.. izledim uzunca o sesleri, izlerken bedenimde duyumsadığım rahatsızlıklar, sıkışıklar, nefesimdeki yetememe halleri… şaşkınım bir yandan da, baya merakla izledim.. bilgisayarda çizim yaparken arada çıkan “FATAL ERROR” yazısı karşısında hissettiğim çaresizlikle baktım bir süre.. ne kadar kaldım meditasyonda, çok bir fikrim yok..

Bütün bu hallerin gerisinde minik kendimi gördüm.. ağlamak istediğimde ya da kendimi ifade etmek isteyip, edemediğimdeki halimi, içime kaçtığım, derin bir sessizlikte kaldığım halimi.. 

O çaresizlik içerisinde olan minicik varlığımla karşılaşınca hıçkırarak ağlamaya başladım… göğsümün ortasında oturan öküzler ağırlaştı sanki.. o an çok acayip bir şey oldu; minik halim elimi tuttu; hani o tutuşun cümlesi olsaydı bana ‘güvendesin’ diyor olurdu..

O dokuşla sıkışıklık geçti.. içimdeki çocuğun bilgeliği karşısında saygıyla eğildim.. bana olan bakışının bir cümlesi olsaydı; ‘hiçbir şey sebepsiz değil’ derdi sanki.. ancak bu cümlelerin hiç birini söylemedi, sadece dokundu ve baktı.. bir dokunuş ve bir bakışla anlattı şu an bana neler olduğunu.. o zamanlar ifade edemediğim duygularımı empati yoluyla deneyimleyerek öğrendiğimi, kendimi öyle tanıyabildiğimi gördüm.. haliyle şu an her ne oluyorsa toplumsal olarak, hepsi bende rahatsızlık olarak sirayet ediyormuştu..

bunlar deneyimimden bende kalan çıkarımlar pek tabii, belki de cümleler hiç böyle değil, buralar bilmediğim yerler ancak bildiğim bir şey olsaydı; sahici ve kalpten bir temasla içimdeki dert, su olup aktı derdim sanırım..

zamanın sonsuz okyanusu hepimiz içinde; dün 6 yaşımdaki halimin, gözlerinin derininde karşılaştım o bilgelikle.. iyi ki..

Gözlerimi açtım, şimdi burada olan varlığıma duyduğum şükranla ve yorgun bedenimle birlikte durdum bir süre..

Kalbimde sonsuz bir genişlik, tıpkı bulutların gerisindeki gök gibi..

Ohh..

bütün kalbimle..
zy’

dikkatin nerede.,?

dikkatin nerede..?

bu soru ‘ayy dikkatimi şuna vermeliyim’ demiyor.. soru gerçekten dikkatin nerede diye soruyor.. içinde ne bir görev, ne bir zorunluluk, ne de bir dikte var..

kişinin kendini ve Olan’la kurduğu ilişkiyi tanıması, keşfetmesi için adımlardan sadece biri..

zamanla kendi adımını keşfetmek için bir anahtar..

dikkatimizi verdiğimiz her şey kendimizi, yaşamı, varoluşu tanımaya dair araçlar.. dikkatimizi O olmak için vermiyoruz;
tanış olmak, dokunmak, temas etmek;

derinden duyumsamak için,
varlık için..

dikkatin nerede..?

derinden duyumsama halinde; duyumsanan ve duyumsayan ayrı olmadığını fark eder..

duyumsayan ve duyumsanan arasındaki boşlukta durur Öz, hakikat..

O boşlukta hatırlanır unutulanlar..

O boşlukta durur kadim bilgelikler, varoluşun yaratıları, rayihası..

O boşlukta; sen, ben, o kaybolur; Biz olur..

O boşlukta, sevgi olduğunu hatırlar insan..

O boşluk sevgi olur, şefkat olur, nezaket olur, merhamet olur, güven olur..

dikkatin nerede..?

boşlukta mı?
yoksa boşluğun kelimelerinde mi..?

boşluğa dair her şey, kelimeler, cümleler; her şeyin sendeki hali, sende mevcut..

razı mı gönlün keşfetmeye birliği..?

dikkatin nerede..?

birlik olmak demek, hepimizin tek tip olması, aynı şiiri yazması, aynı pencereden dünyaya bakması demek değil..
birlik; bütünlük içinde olmaya denk düşüyor..

bütünlük ise, gökten inmiyor, toplumlara ya da dünyaya.. bireyle başlıyor..

bütünlük nedir?
sert bir rüzgarda, bir ağacın yaprakları kendi içinde fısıldaşıp ‘hareket etmeyelim, hadi rüzgar yokMUŞ gibi davranalım’ diye son kez kikirdeyip durduklarına, ancak gövdenin, dalların o rüzgarla olan salınımına tanık olduk mu hiç..?

insan olarak bütün olmak, sözlerin, davranışların, eylemlerin birlikte olmasında.. ağzımızdan çıkan sözlerin, vurgusu, tonu, frekansıyla olan uyumunda..

kendi içimizdeki bütünlük; varlığın her zerresinin uyumunda..

bütünlük; kendi doğamızı tanımak, olduğu haliyle kabul etmek ve doğamızla uyum içinde olmak..

tıpkı bir ahşap ustasının ahşabın doğasıyla tanış olması, malzemenin doğasıyla yapabilir olduklarını yapması..

ahşap ustasının ahşapla olan birliğinde ustalık..

dolayısıyla her birey bambaşka, her birey biricik..

dünyanın yerlisi olarak; bir besteyi senfoni orkestrası gibi deneyimlemek mümkün.

hayatımın 40 senesi sadece kendime zarar verdiğimi sanıyordum; oysaki kendime verdiğim zarar çevreme verdiğim zarar oluyor.

içerde ağır yıkımlı savaşlar, isyan.. her şeye itiraz (itirazın gerisinde kabul etsem bile)

kişi kendini kabule direndikçe ayrı düşüyor kendinden, çevreden, dünyadan..

yarattığımız her şeyi, bütün ikilikleri biz yaratıyoruz..

zarar bilinçli bir şekilde verilmiyor, bir yerlerde farkındalıksız hallerimizle ortaya çıkıyor..

farkında olmamanın doğası oluyor zarar..

kendimizi tanımağa istekli adımlarla başlıyor yolculuk..

insanın kendiyle tanış olması, coşkulu, keyifli bir yolculuk.. her yolculuk gibi, rüzgarları, fırtınaları, yıkımları, mucizevi anları, büyüleyici duyumsamaları, neşesi var.. hepimizde başka başka,
her neyse olan; bütün ve burada mevcut.

mevcudiyetimizle barış içinde olunca, hikaye bambaşka bir hal alıyor..

kişinin kendi mevcudiyetine duyduğu sevgi’de ve kabul halinde;
Olma haline, evriliyor sadece BEN diyen haller..

kendi oluşuna duyulan anlayış hali yayılıyor dalga dalga dünyaya, evrene..

bütün kalbimle 💚